DEPREM

 

 6 Şubat 2023 Tarihinde Meydana Gelen

Prof.Dr. Günhan ERDEM

Girne Amerikan Üniversitesi

Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı

ve

Acil Yardım ve Afet Yönetimi Bölüm Başkanı 

 

Girne

10 Şubat 2023
 

1. Deprem: 

Merkez: Gaziantep/Şahinbey (37.0744° K; 37.1301° D)

Tarih: 6 Şubat 2023; Saat: 04:17 (TSİ); Aletsel büyüklüğü: 8.0 Mwp; Derinlik: 83 km

 

2. Deprem:

Merkez: Kahramanmaraş/Nurhak (38.0772° K; 37.3016° D)

Tarih: 6 Şubat 2023; Saat: 13:24 (TSİ); Aletsel büyüklüğü: 7.3 Mwp; Derinlik: 10 km

Kaynak: Boğaziçi Üniversitesi – Kandilli Rasathanesi

 

 

 

6 Şubat 2023 Depremlerinin Bize Gösterdikleri:

Bu yazının yazılmaya başladığı tarih 9 Şubat 2023, saat: 10:45 (TSİ). Depremlerin ardından şu ana kadar geçen süre, ilk depremden sonra 77,5 saat; ikinci depremden sonra ise yaklaşık 69 saattir. İkinci depremi baz alırsak, afet yönetimi tabiriyle “altın saatler” olarak adlandırılan 72 saatlik süre dolmak üzere.

İlk depremden hemen sonra AFAD, depremin ana üssünü Kandilli rasathanesi verilerinin aksine Kahramanmaraş olarak açıkladı ve sıklet merkezi olarak belirdiği bu bölgeye hızlı bir müdahale gerçekleştirdi. AFAD neredeyse elindeki tüm olanakları seferber ederek bu bölgeye müdahale ederken, ilk depremden yaklaşık 9 saat sonra bu kez Elbistan’da ikinci bir büyük deprem daha meydana geldi. Bu deprem, yaklaşık 300 km çapında bir alanda bulunan ve 10 ile (Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa) ait birçok yerleşim merkezindeki ilk depremde yıkılmamış olan ancak önemli derecede hasara uğramış binanın çökmesine, ulaşım yollarının hasar görmesine, Hatay havalimanı pistinin tahrip olmasına, hastaneler dahil birçok kamu binasının enkaza dönüşmesine, İskenderun limanındaki konteynırların devrilmesi sonucu büyük bir yangın çıkmasına neden oldu.

Haliyle elektrik ve su kesintisiyle birlikte tüm alt ve üst yapının hasar gördüğü, 20.000 civarında binanın yıkıldığı, bu satırın yazıldıı ana kadar yaklaşık 13.000 kişinin cansız bedenine ulaşıldığı, 63.000 kişinin yaralandığı, hayatta kalanların ise çok zor ve ağır şartlar altında güçlükle ayakta kalabildiği bir kaos ortamı ile karşı karşıya kalındı. Birçok enkaz alanında profesyonel arama-kurtarma ekibinin olmaması, kurtarma ekipmanlarının yetersizliği, iş makinaları bulunsa dahi kullanacak operatörlerin bulunamaması, dondurucu soğukta enkaz altında sağ kalan depremzedelerin yaşam şansını giderek azaltıyor ve korkarım ki, sizler bu yazıyı okurken vefat sayısı şu ankinin iki katına yükselmiş olacak.

Gelin şimdi bu ağır tablonun yaşanmasına neden olan olayları ve yanlışları konuşalım. Ardından da bir daha olmaması için neler yapılması gerektiğini tartışalım:

Doğal olarak yıkıcı büyüklükte iki depremin birbirine çok yakın iki bölgede çok kısa aralıklarla meydana gelmiş olması büyük bir talihsizlik. Ayrıca bu depremlerin zamanlaması da büyük bir şansızlık. İlk deprem, birçok insanı, aynı Marmara depreminde olduğu gibi uykusunda yakaladı ve ağır kış şartlarının hakim olduğu bir iklimde insanları uyku kıyafetleri ile açıkta bıraktı. İkinci deprem ise ilk depremin vurduğu ana üsse kuş uçuşu yaklaşık 100 km mesafede ve yaklaşık 9 saat sonra meydana geldi ve haliyle tüm ülkede büyük bir şok yarattı.

Ülkemizde afet yönetimi ve afetlere müdahale tarzı, 2009 yılından bu yana, AFAD başkanlığı tarafından belirleniyor, yönetiliyor ve uygulanıyor. AFAD, 2009 yılı öncesinde var olan Acil Durum Yönetim Başkanlığı, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü kaldırılarak bunların yerine tek bir otorite merkezi olarak kuruldu. Kuruluş yönetmeliği her ne kadar risk odaklı bütünleşik afet yönetimi ilkeleri üzerine kurgulanmış olsa da eskiden kalan müdahale odaklı yaklaşım anlayışı hala kurumun hakim olan yönetim ilkesini oluşturuyor. Bunu kurum yöneticilerinin her açıklamasında görüyoruz örneğin “Dünya’nın en hızlı enkaz kaldıran ülkesiyiz” şeklindeki övünç dolu konuşmalarında olduğu gibi.

AFAD 2013 yılında Türkiye Afet Müdahale Planını yayınladı ve 2022 yılının Eylül ayında ise bu planı revize etti. Ancak bu revizyon incelendiğinde şekil dışında pek bir değişikliğin olmadığı hala uygulanması zor ve hantal bir plan olarak kaldığı görülmektedir. Bunun en somut örneğini bu depremde görüyoruz. Müdahale birimleri arasındaki irtibat kopukluğu, görev alanlarının net olarak belirlenmemesi, AFAD’ın plan gereği tek merkezden yönetim uygulama ısrarı nedeniyle enkaz alanlarına ulaşımda yaşanan gecikmeler, kurtarma operasyonlarındaki yetersizlikler bu gerçeği net olarak gözler önüne seriyor.

AFAD’ın kurulmasıyla birlikte eski ve yeni sistemin kıyaslanması yapıldığında aslında dört önemli yaklaşım ön plana çıkıyordu: Bunlar, 1. Risk odaklı, afet risklerinin azaltılmasına dönük bütünleşik afet yönetimi modelinin benimseneceği, 2. Toplumun her kesiminin paydaş olarak bu yönetim anlayışı çerçevesinde yer alacağı, 3. Çoklu afet senaryolarına yönelik müdahale hazırlıklarının benimseneceği, ve 4. Afet sonrasında yerinden yönetim anlayışı ile acil durum yönetiminin uygulanacağı maddeleridir.

2009 yılından bu yana 14 yıl geçti. 1999 depreminden bu yana ise 23,5 yıl… Bu süre zarfında deprem yönetmeliği olarak bilinen imar yasası değişikliğe uğradı. Yapı denetimi zorunlu hale geldi. Depremlerde en çok hasara uğrayan kamu binalarının güçlendirilmesi veya yeniden inşa edilmesi devreye sokuldu. Son 20 yıldır inşaat sektörü ülkemizin en önemli ekonomik alanı haline geldi. Ancak bu son depremlerde görüldü ki bunların hiçbiri işe yaramamış. Demek ki açıkça görüldüğü üzere risk odaklı bir yönetim anlayışı kesinlikle benimsenmemiş.

1999 depreminde insanların imdadına koşan ilk kurtarmacılar AKUT adındaki bir sivil toplum örgütü içinde eğitim almış dağcılardı. Bunun etkisiyle aynı amaç doğrultusundaki farklı sivil inisiyatifler de zaman içerisinde güçlerini artırdılar. Ülkemizdeki afet yönetimi konusunda uzman yönetici eksikliğinin hissedilmesi üzerine 2005 yılında “Acil Yardım ve Afet Yönetimi” adı altında 4 yıllık bir lisans programı kuruldu. Bu programın amacı bütünleşik afet yönetimi yaklaşımını benimsemiş, risk azaltma anlayışı ile görev bölgesindeki afet tehditlerini algılayarak gerekli önlemleri afet yaşanmadan önce alabilecek, kurtarma ve acil tıbbi müdahaleyi aynı anda uygulayabilecek ve bu bilgiyi komutası altındaki arama-kurtarma ekiplerine aktarabilecek uzman personel yetiştirmek olarak belirlendi ve bu bölüm mezunlarının AFAD bünyesinde görev yapması ilkesel olarak yönetmeliğe dahil edildi. Bütünleşik afet yönetimi dahilinde paydaş olarak kabul edilen tüm sivil toplum örgütleri; çeşitli dernekler, vakıflar, birlikler, odalar, federasyonlar vs., afet risklerinin nasıl azaltılabileceği konusunda görüş bildirmeye başladılar. Belediyeler de kendi mücavir alanları içinde kalan yerleşim birimleri genelinde tespit ettikleri afet risklerinin azaltılmasına dönük ürettikleri projeleri hayata geçirebilmek için başta çevre ve şehircilik bakanlığı olmak üzere merkezi hükümete başvurmaya başladılar. Bu arada, Dünya’da yaşanan ve başta gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyen afetlerin azaltılmasına dönük Birleşmiş Milletler programlarına ülkemiz de dahil oldu ve hatta Avrupa Afet Risklerinin Azaltılması Platformunun bir dönem başkanlığını bile AFAD eliyle üstlendi. AFAD, belli ilerde Arama-Kurtarma birlikleri oluşturarak bunların INSARAG ilkeleri doğrultusunda donatılıp eğitilmelerini sağladı. Ancak tüm bunlara rağmen, tamamen kriz yönetimi odaklı bir yaklaşım tarzının doğa olaylarının afete dönüşmesini engelleyemediğini ve maalesef benimsenen yanlış müdahale yaklaşımının kurtarma operasyonlarında yetersiz kaldığını herkes bir kez daha görmüş oldu. Müdahale açısından en büyük yanlışı, ilk depremin sıklet merkezi olarak kabul edilmesi ve başka bir ikincil acil durum yaşanmayacakmış gibi o bölge üzerinde yoğunlaşılması oluşturmuştur. 

Peki ne yapılmalı ki bunlar yaşanmasın?

Unutulmaması gereken ve akıldan hiçbir şekilde çıkarılmaması gereken şudur: Deprem gibi bir hadise doğal bir olgudur. Oluşmasını engellemek şu an için mümkün değildir. Belki gelecekte bunun da bir çaresi bulunur ancak günümüz teknolojisi ile bunu engellemek imkanı yoktur. Deprem gibi bir doğa olayının afete dönüşmesi insan hatası nedeniyledir. Fay hatlarını bilimsel olarak belirleyebiliyoruz. Fay hatlarındaki hareketliliği bilimsel olarak gözlemleyebiliyoruz. İnşaat alanlarının zemin özelliklerini bilimsel olarak inceleyebiliyor ve anlayabiliyoruz. İnşaat teknikleri açısından mühendislik bilimleri dahilde büyük depremlere dahi direnç gösterebilecek yapı teknolojileri geliştirip uygulayabiliyoruz. Teknolojik görüntüleme sistemleri kullanarak binalarımızın mevcut durumlarını inceleyerek niteliklerini belirleyebiliyoruz. İklimsel ve meteorolojik olayları an be an takip edebiliyor, günlük, haftalık, aylık tahminlerde bulunabiliyor, şiddetli yağış, fırtına, kasırga gibi doğa olaylarının ne zaman, nerede ve ne şekilde gelişeceğini gerçeğe son derece yakın bir şekilde önceden tahmin edip uyarılarda bulunabiliyoruz.  Buraya yazdığım şu birkaç cümleyi okuyup “Hayır, yanılıyorsun!” diyebilecek bir kişi dahi yoktur. Ayrıca bunları okuyup “Peki o zaman neden gerekli önlemler önceden alınmıyor?” sorusunu sormayacak aklı başında bir kişi de yoktur. Peki, niye yapmıyoruz? Neden inşaat kalitemizi deprem başta olmak üzere doğal kaynaklı afetlere dirençli hale bir türlü getirmiyoruz? Neden mevcut kentlerimizdeki bina stoklarını gözden geçirip hassasiyetlerimizi belirlemiyoruz? Neden elimizdeki kaynakları insanlarımızın daha güvenli bir şekilde yaşayabilecekleri, çocuklarını güvenle okula gönderebilecekleri, geceleri huzur içinde uyuyabilecekleri yaşam alanları oluşturmak üzere kullanmıyoruz? Bunları yapabilmek için gelişmiş bir ülke haline mi gelmemiz bekleniyor? Yoksa gelişmiş bir ülke haline gelebilmek için önce bunları mı başarmış olmak gerekiyor? Bu sorularla yüzleşmeden, bu soruların cevaplarını içselleştirmeden afete dirençli bir ülke haline gelebilmemiz gerçekten çok zor görünüyor.

Tabii ki yapılması gerekenleri tartışmamız gerekiyor. Felsefemiz hiç afet olmaması için afete dirençli ülke konumuna ulaşmak adına sürekli çalışmak, ancak bu yolda ilerlerken bir yandan da her an bir afete uğrayacakmışız gibi hazırlıklı olmaktır.

1. Afete Dirençli Yerleşim Merkezleri Oluşturmak için: 

Öncelikle yeni yerleşim alanları belirlenirken, alanla ilgili tüm olası afet riskleri belirlenmelidir. Zemin özellikleri, depremsellik, topografik yapı, meteorolojik kökenli afet risklerine karşı duyarlılık gibi tüm bilimsel özellikler işin uzmanlarınca incelenerek belirlenmelidir. Bunun sorumluluğu yerel yönetimlerde olduğundan, belediyeler akademik çevreler ve ilgili odalarla iş birliği yaparak, hiçbir rant kaygısı içerisine girmeden, tamamen bilimsel çerçeve içinde kalarak bu incelemeleri yapmalıdır. Daha sonra gerekli inşaat izin ve ruhsatları verildiğinde, yürütülen inşaatın tüm yapı denetimi, halk adına belediye tarafından yapılmalıdır. Sonrasında meydana gelebilecek herhangi bir olumsuzluk durumunda, inşaatı yürüten müteahhit firma sahibi, projeyi çizen mimar, denetimi yapan firmanın sahibi ve denetimden sorumlu olan belediye başkanı birinci derecede sorumlu tutulmalıdır. Bunların sorumluluğu, “İmza yetkisi onlardadır” diye birkaç mühendis, uzman ve görevli üzerine yıkılmamalıdır. Asıl sorumlu olan firma sahipleri, proje mimarları ve belediye başkanları hesap vermeli, gerekirse firma lisansları iptal edilmeli, bu sektörde görev yapmaları engellenmeli, belediye başkanının görevine son verilerek bir daha seçilmesi engellenmeli, ölüme neden oldukları takdirde ise ağır cezada yargılanmalıdırlar.

Benimsemiş olduğumuz inşaat teknolojileri yeniden gözden geçirilmelidir. Geleneksel betonarme inşaat tekniği zemin + 3 kat yüksekliğindeki binalar dışında uygulanmamalıdır. Bina yüksekliğinin en az yarısı kadar bodrum kat uygulaması yapılarak bina temeli güçlendirilmelidir. Bodrum kat içerisinde KBRN olaylarına karşı dirençli sığınaklar yapılmalıdır. Toplam 4 kattan yüksek binalarda çelik konstrüksiyon uygulaması ağırlıklı olarak inşaat tekniğine dahil edilmeli, deprem izolatörleri kullanılmalıdır. Konut olarak inşa edilen binaların zemin katlarında ticari amaçlı yüksek kat tekniği uygulanmamalı, diğer katlar için uygulanan standart kolon yüksekliği aşılmamalıdır. Ekmek fırını gibi beton kalitesine zarar veren, galeri gibi geniş mekan ihtiyacı olan iş yerlerinin standart konut amacı ile inşa edilen binalarda ticari faaliyet göstermesi yasal olarak engellenmelidir. İki kat arasındaki taşıyıcı kolonların yarısının kesintisiz olması sağlanmalıdır. Kolon ve kirişlerde kullanılan demirlerin çakışma oranları %50 olarak, etriye aralığı ise 30 cm olarak uygulanmalıdır. Soğuk demir işçiliğine azami önem verilmeli, bu işçilerin en üst düzeyde eğitim almaları ve inşaat sırasında özenle izlenerek denetlenmeleri sağlanmalıdır. Hazır beton üreticilerinin sertifikasyonları 6 ayda bir incelenmeli, her ay öncede belirlenmemiş zamanlarda rast gele numune alınarak denetlenmelilerdir. Örme duvarların çökmemesi için iki tuğla arasına çelik kafes yerleştirilerek taşıyıcı özellikleri artırılmalıdır.

Kamu binaları zemin + 3 kat olarak, modüler tarzda ve hafif malzeme ile inşa edilmelidir. Bodrum kat ve sığınak uygulaması konutlarda olduğu gibi uygulanmalıdır.

Kent planları yapılırken, acil müdahale gerektirebilecek olaylar temelinde acil yardım yolları, tahliye planlaması, toplanma alanları, geçici barınma alanları planlara dahil edilerek hazırlanmalı, bu alanların daha sonradan imar değişiklikleri ile amaç dışı kullanıma açılması anayasal zeminde engellenmelidir.

Kentlerin alt yapıları, özellikle afetlere dönük yüksek oranda dirençli bir şekilde inşa edilmelidir. Elektrik, doğal gaz, temiz su, iletişim hatları ve kanalizasyon sistemi yüksek güvenlikli bir şekilde yer altında inşa edilmelidir. Yüksek yağış nedeniyle yerleşim merkezlerini etkileyebilecek sel felaketlerini önlemek üzere yapay gölet havzaları oluşturulmalı, güvenli kanallar aracılığı ile yağmur sularının bu havzalara akışı sağlanmalıdır. Bu havzalar kentin yeşil alanları içine alınarak ve hatta SİT alanı ilan edilerek sonradan imara açılmaları engellenmelidir.

Akarsular üzerine inşa edilecek olan köprüler kemer köprü şeklinde inşa edilmemeli, akarsu yatağı içerisine köprü ayağı konulmamalıdır. Köprü yükseklikleri olası su taşkınları dikkate alınarak hesap edilmelidir. Akarsu yatakları temiz tutulmalı, kurumuş olsa dahi herhangi bir moloz ve benzeri atık alanı olarak kullanılmamalı, buralarda herhangi bir yerleşim biriminin inşasına izin verilmemelidir.

Yerleşim birimleri içerisinde akaryakıt istasyonlarının hizmet vermesi engellenmelidir. Akaryakıt istasyonlarının yerleşim birimlerinin en az 10 km dışında tesis edilmesi, iki istasyon arasında da en az 10 km mesafe olması zorunlu olmalıdır.

2. Acil Müdahale Hizmetlerinin Organizasyonu için:

Türkiye çok büyük bir ülkedir ve farklı coğrafik özelliklere sahip bölgelere sahiptir. Tarihsel geçmişi nedeniyle demografik yapıları arasında da bölgeden bölgeye değişiklikler göstermektedir. Bu tarz bir ülkede meydana gelebilecek afet ve acil durumları tek bir merkezden yönetebilmek mümkün değildir. O nedenle bu anlayıştan derhal vazgeçilmelidir. İllerde kurulmuş olan İl AFAD müdürlükleri bile o ilin farklı özelliklere sahip olan ilçe ve beldeleri bazında meydana gelebilecek bu tarz olaylara müdahale açısından yetersiz kalabilmektedir. Amaç, oluşan hadisenin acil durum seviyesini aşmasını engellemek olmalıdır. O nedenle afet ve acil durum müdahaleleri yerele özgü olarak tasarlanmalıdır. Acil müdahaleden sorumlu birimler yerel yönetimlere ait itfaiye birlikleri içerisinde örgütlenmelidir. Yerele özgü özellikler temelinde hazırlanacak çoklu, değişken ve kötüye doğru evrilen afet senaryoları eşliğinde 6 ayda bir düzenlenecek gerçeğe uygun tatbikatlar ile mevcut olanak ve kapasite sınanarak acil müdahale kapasitesi, personel, bilgi, deneyim, teknoloji ve donanım özellikleri gözetilerek artırılmalıdır. Farklı kurumlara ait arama-kurtarma çalışanları ve gönüllüleri INSARAG ölçütlerine göre eğitimden geçirilmeli ve AFAD tarafından akredite edilmelidir. Türk Silahlı Kuvvetlerine ait Doğal Afet Kurtarma birlikleri de dönem dönem yapılacak gerçeğe uygun tatbikatlara dahil edilerek arama-kurtarma ekipleri ile uyumlu bir şekilde çalışmaları sağlanmalıdır. 

AFAD’a ait arama-kurtarma birlikleri, yerele özel afet riskleri dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir. Arama-kurtarma birliklerinin personel sayısı, beceri ve deneyim düzeyleri, teknik donanım ve ekipman durumu, ulaşım kabiliyetleri mutlaka artırılmalıdır. Konuşlanma merkezleri, gerektiğinde hava ve/veya deniz yolunu kullanarak afet bölgesine hızla ulaşımlarına olanak verecek şekilde belirlenerek en yüksek güvenlik standartlarında inşa edilmelidir.

Ülkemiz genelinde özellikle acil sağlık hizmetlerinde yaşanan yetersizliği ortadan kaldırabilmek için önlisans düzeyinde yürütülmekte olan paramedik eğitimi lisans düzeyine çıkarılmalıdır. Program müfredatına arama-kurtarma içerikli dersler dahil edilmelidir. Lisans eğitimini tamamlamış paramediklere acil serviste 1 yıllık stajyerlik süresi sonrasında girecekleri ve sağlık bakanlığı tarafından akredite edilmiş uzmanlık sınavını başarmaları halinde ‘Yetkilendirilmiş Paramedik’ ünvanı verilmelidir. Yetkilendirilmiş paramedikler acil tıbbi müdahale konusunda tam yetki ile görev yapmalıdır. Benzer şekilde Acil Yardım ve Afet Yönetimi lisans programları bununla paralel olarak yeniden yapılandırmaya tabi tutularak, mezunların branşlaşması sağlanmalıdır.  Acil yardım ve Afet Yönetimi mezunlarının AFAD bünyesinde aktif görev almaları sağlanmalıdır. Özellikle görev bölgelerindeki afet risk faktörlerinin belirlenerek bunları azaltma planlarının oluşturulmasından sorumlu olarak görev yapmaları istenmelidir. Ayrıca, arama-kurtarma ekiplerinin kurulması ve eğitimlerinden sorumlu olmaları, halk eğitim programlarında aktif görev almaları da sağlanmalıdır.

Belediyelerin itfaiye birliklerinde görev yapmakta olan personeli de yeniden yapılandırılmalıdır. İç İşleri Bakanlığı bünyesinde İtfaiye dairesi oluşturulmalıdır. Bu daire bünyesinde mevcut itfaiye birliklerinde görev yapmış olan deneyimli itfaiye personelinden seçilmiş itfaiyeciler görev almalıdır. Bu daire aracılığı ile gönüllü paramedik ve Acil Yardım ve Afet Yönetimi mezunlarının standardize edilmiş bir yangın eğitiminden geçirilmesi ve sonrasında da itfaiye birliklerinde görev yapmaları sağlanmalıdır.

Mahalle muhtarlıklarına mahallelere özgü tahliye planlarının oluşturulmasında sorumluluk verilmelidir. Tahliye planları mahalle bazında var olan mevcut özelliklere göre oluşturulmalı ve mahalle sakinleri tarafından tam anlamıyla anlaşılır ve uygulanabilir şekilde hazırlanmalıdır. Acil durum sonrası toplanma bölgelerinde kayıttan sorumlu olarak çalışacak olan kişiler belirlenmeli, tahliye sonrası toplanma noktasına gelen mahalle sakinlerinin kayıtlarının oluşturulması için kartlar hazırlanmalıdır. Bu sayede ihtiyaçlar belirlenmeli ve sonrasında ihtiyaç sahiplerinin geçici barınma bölgelerine intikali düzenli bir şekilde sağlanmalıdır.

Yerleşim merkezleri için İl AFAD ve yerel yönetimler eliyle geçici afetzedelerin ve geçici barınma bölgelerinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına malzeme depoları oluşturulmalıdır. Depolarda muhafaza edilecek malzemeler bağışçılar eliyle temin edilerek gönüllüler tarafından düzenlenmelidir. Bu depolarda stoklanacak olan yiyecek, içecek ve ilaç gibi tüketim malzemeleri son kullanma tarihlerine göre izlenmeli, kullanım süreleri dolmadan ihtiyaç sahiplerine dağıtılarak yenilenmelidir. Bu şekilde sürekli güncel halde tutulan ihtiyaç malzemeleri sayesinde afet sonrasında ortaya çıkan düzensiz yardım organizasyonlarına gerek kalmamış olacaktır.

Afete neden olabilecek doğa olaylarının bilimsel olarak gözlenmesine, bu gözlemlerden hareketle geliştirilebilecek erken uyarı sistemlerinin kullanıma sokulmasına ağırlık verilmelidir.

Mahalle sakinlerinin herhangi bir acil durum karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiği, okullardaki ders müfredatlarına eklenecek olan bir dönemlik toplam 28 saatten oluşan Temel Afet Bilgisi dersi içerisinde, bulundukları yaş gruplarına uygun olarak hazırlanmış ders içerikleri ile anlatılmalıdır. Okul çağını tamamlamış çalışan yetişkinlerin çalıştıkları kurumlarda veya bağlı oldukları odalar kanalıyla eğitimden geçirilmeleri sağlanmalıdır. Çalışmayan insanların ise sivil toplum örgütleri aracılığı ile eğitimden geçirilmesi sağlanmalıdır. İnsanlar özellikle “Yapısal olmayan risk faktörleri nelerdir?”, “Bunları azaltmak için neler yapılabilir?”, “Temel ilkyardım eğitimi almak neden önemlidir?”, “Tahliye nasıl yapılmalıdır?”, “Tahliye sonrasında acil toplanma noktasına giderek kayıt yaptırmak neden önemlidir?” konularında eğitilmelidirler. Ayrıca insanların konutlarında bakmakla yükümlü oldukları yaşlı veya engelli bireyler bulunuyorsa, bunlara özgü eğitim almaları da sağlanmalıdır. Acil müdahale konusunda görev almak isteyen gönüllülerin ilk yardım, yangına müdahale, hafif arama-kurtarma ve acil durum haberleşmesi konularında eğitimleri sağlanmalı, eğitimleri başarıyla tamamlamış olan gönüllüler kişisel teçhizat (kıyafet, bot, baret, gözlük, eldiven, kulaklık, el telsizi ve sırt çantası) ile desteklenmelidir. Mahallelerde muhtarlıkların kontrolünde arama-kurtarma malzemesi depoları oluşturulmalıdır.

Sonuç

Afet yönetimi toplumun tüm kesimlerinin katlımı ile sağlıklı şekilde sürdürülebilecek bir konudur. Başta hükümet ve AFAD yetkilileri bunu içselleştirmek zorundadırlar. Bütünleşik afet yönetiminin her bir kademesine ilişkin hususlar, bilimsel ilkelere uygun olarak ilgili tüm paydaşlarla istişare edilerek, hiç bir kurum ve kişi ötekileştirilmeden ele alınmalı ve çözüm önerileri, tüm kesimlerce mutabık kalınan sonuçlara göre uygulanmalıdır. Yaşadığımız bu büyük felaket, tek bir merkezden verilen emir ve yönlendirmelerle yönetilemez ve ne yazık ki yönetilememiştir.

Önümüzdeki süreçte ülkeyi yönetmek üzere göreve gelecek olan yöneticeler, doğru  bir planlama dahilinde önceliği bu ülkenin afete dirençli bir şekilde baştan aşağı imarına vermelidirler. Aksi takdirde bu ülkenin öz kaynakları sürekli olarak afetler nedeniyle zarar gören alt ve üst yapının yeniden ve sağlıksız bir şekilde yenilenmesi için sarf edilmeye devam edecektir. Bu da muassır medeniyetler seviyesinin bırakın üstüne çıkmamızı o seviyeye ulaşma yolunda sürekli bir engel olarak karşımızda duracaktır.

Milletimizin başı sağolsun. Afetsiz günler diliyorum.

Prof.Dr. Günhan ERDEM

GAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi

Acil Yardım ve Afet Yönetimi Bölümü